mse Ajans

mse Ajans Logo

mse Ajans

Çok Üst Düzey Kalite Yönetimi

Günümüz dünyasının neredeyse tüm iş alanlarında, Türkçemizde tam karşılığı olmadığından İngilizce “quality” sözcüğünün okunuşundan türettiğimiz “kalite” sözcüğü bir takıntı haline gelmiş durumda. Sadece iş dünyası değil, sivil toplum kuruluşlarında, siyasette, hatta neredeyse sanatta bile dillerimize pelesenk oldu bu “kalite” sözcüğü.

Aslında, “kalite” derken, en azından Türkiye’de, gelişmiş medeniyetlerin üzerinde çalıştığı ve dünyaya sunduğu yöntemleri tam olarak ne yaptığımızı bilmeden kopyaladığımız rahatlıkla söylenebilir. Zira bizlerde çoğunlukla amaç “kaliteli ürün/hizmet çıkarıp bunu müşteriye sunmak” değil; “kaliteli ürün/hizmet yapıyormuş gibi görünmek adına belirli yöntemleri ithal etmek ve o yöntemlere uyuyormuş gibi görünmek” oluyor. Yani, “mış gibi”yiz neredeyse her zaman.

ISO, TQM, Six Sigma, Kaizen… Kalite yönetim sistemlerinin en optimize edilmiş olanlarını kullansanız da, Agile, Waterfall, Lean gibi süreç yönetim sistemlerinin en güncelini kendi şirketinize uyarlasanız da… Yani, hepiniz birbirinizi denetleseniz de; hatta yabancı danışman getirdiğinizde ve gördüğünüz her kuralı harfiyen uygulayacağınıza yeminler etseniz de… Olmuyor, değil mi? Bir yerlerde mutlaka bir sorun çıkıyor, birileri işini yapmamaya başlıyor, birileri idare ediliyor, bazıları umursamıyor, bazı işler umursanmıyor… Sonunda çıkan ürünler de ancak bizim pazarımızda, o da başka alternatifleri olmadığı için tüketilir hale geliyor.

Korkmayın, merak da etmeyin. Türkiye’de bu kötü tecrübeleri yaşayan tek kuruluş sizinkisi değil. Neden biliyor musunuz? Çünkü ülkemizde bizim bildiğimiz anlamdaki “kalite”ye yeterli bir talep yok. Ne üretimde ne ticarette ne de siyasette/toplumsal ilişkilerde bizler için “idare eden” yetiyor. Tuhaf, değil mi? Aslında çok başarılı işler yapmaya gücü yetecek bir toplum iken, vasata teslim oluyor ve kendimizi bununla eğliyoruz.

Buyursunlar, çok kereler duyduğunuz ya da sizin de zikrettiğiniz bazı ifadeler:

“O da ilk defa bu işi yapıyor sonuçta.”

“Hatadır, olur.”

“O hasta, o yüzden biraz dikkatsiz.”

“Çalışmıyor yahu, ne yapayım, sürekli yaptığı işi kontrol etmektense ben yapıyorum onun yerine, en azından onun hatasını düzeltmeye uğraşmıyorum. Böylesi daha kolay.”

“Ne yapalım, kovalım mı hata yapıyor diye?”

“Hayır, bu arkadaşı kazanmalıyız, belki çok hata yapıyor ama sonuçta kaç yıllık çalışanımız, ayıp olur.”

“Tamam, o işini yeterince iyi yapmıyorsa ve sen bunun farkındaysan bir zahmet ona yardım ediver.”

“Bir kereden bir şey olmaz.”

“Biliyorum bu iş onun görevi ama sen yapıver, o biraz şey.”

“Kazanacak aday önemli değil, bu da kazanıyor.”

“Müdür işi tam bilmiyor belki ama patronun yeğeni.”

“Daire başkanı boşa olmamış o adam, gençlik kollarından gelme.”

Yapamıyor, kazanamıyor, bilmiyor…

Gerçekten “kalite” istiyorsanız, ne yaptığınızı tam bilmeden devrim ithal etmeyi bırakın ve hak eden insanları hak ettikleri yerlere getirerek, liyakatli insanları yükselterek, başarılıyı övüp başarısızı gerekirse göndererek, sıkı çalışana hakkını vererek yolunuza devam edin. Siz insanlara kaliteli ürün verdikçe, sizin markanız insanların gözünde belirli bir seviyenin üzerine yerleştikçe insanların size olan talebi artacak, derken siz de “kalite yönetimi”nde bir başarı hikayesini gerçekten yazabilecek duruma geleceksiniz. “Kalite”ye talep olmadığı için üzülmeyi bırakıp, insanlarda “kaliteli”nin talebini yaratın.

O zaman belki “kalite” sözcüğünü karşılayacak ve hatta dünyada yer edecek Türkçe bir deyiş bile bulabilirsiniz.

Sürdürülebilir Bir Gelecek İçin Su Yönetimi

Günümüzde, hızla büyüyen şehirlerde temiz su ve atıksu yönetimi giderek daha kritik bir hale gelmektedir. Bu kapsamlı altyapı sistemleri, şehirlerin sağlıklı ve sürdürülebilir bir şekilde büyümesi için temel bir gerekliliktir. Temiz su temini ve atıksu arıtımı, çevresel sürdürülebilirlik, halk sağlığı ve ekonomik kalkınma açısından kilit öneme sahiptir.

Temiz Su Temini

Şehirlerde temiz su temini, su kaynaklarının doğru yönetimi, etkin su arıtma tesisleri ve dağıtım ağlarının etkili bir şekilde işletilmesini gerektirir. Yerel yönetimler, su kaynaklarını sürdürülebilir bir şekilde kullanmalı, suyun kalitesini sürekli olarak izlemeli ve yatırımlarla su kaynaklarını artırmalıdır. Ayrıca, su kaynaklarının korunması ve kirliliğin önlenmesi için toplum bilincini artırmak da önemlidir.

Atıksu Arıtımı

Atık su arıtımı, kullanılmış suyun temizlenmesini ve tekrar kullanıma veya çevreye zarar vermeden deşarj edilmesini sağlar. Modern atık su arıtma tesisleri, ileri teknoloji kullanarak atıkları etkili bir şekilde temizler ve geri dönüşüm imkanlarını artırır. Bu süreç, çevre kirliliğini önleyerek su ekosistemlerini korur ve toplum sağlığını güvence altına alır.

Yenilikçi Çözümler ve Teknoloji

Şehir altyapılarındaki temiz su ve atıksu yönetimi için sürekli olarak yenilikçi çözümler araştırılmalıdır. Akıllı şebeke teknolojileri, su kaçaklarını azaltabilir ve tesislerin daha verimli çalışmasını sağlayabilir. Ayrıca, enerji verimli arıtma teknolojileri ve geri dönüşüme yönelik çözümler de uygulanmalıdır.

Toplum Katılımı

Şehir sakinlerinin su kaynaklarına ve atıksu yönetimine aktif olarak katılımı önemlidir. Eğitim programları ve farkındalık kampanyaları, toplumu su tasarrufuna teşvik edebilir ve atıkların düzgün bir şekilde yönetilmesine yardımcı olabilir. Aynı zamanda, yerel yönetimler ve özel sektör arasında iş birliği de güçlendirilmelidir.

Şehir altyapılarında temiz su ve atıksu yönetimi, sürdürülebilir bir gelecek inşa etmek için kritik bir unsurdur. Yerel yönetimler, uzun vadeli planlamalar ve yatırımlar yaparak, su kaynaklarını etkili bir şekilde kullanmalı, çevresel etkileri azaltmalı ve toplumu bilinçlendirmelidir. Ancak bu şekilde, şehirler hem bugünün hem de geleceğin su ihtiyaçlarını karşılayabilir ve çevreyi koruyabilir.

Gençlik Nereye Gidiyor?

Günümüzde gençlik öyle umursamaz ki ileride ülke yönetimini ele alacaklarını düşündükçe umutsuzluğa kapılıyorum. Bizlere, büyüklere karşı saygılı olmayı, ağırbaşlı olmayı öğretmişlerdi. Şimdiki gençler kurallara boş veriyorlar. Çok duyarsızlar ve beklemesini bilmiyorlar.

Sanıyorum bu satırları okuyan sizler de benzer fikirlerdesiniz, en azından hayatınızda bir kere şu yukarıda yazdıklarımı düşünerek şu sıralar geleceğimiz olan, bolca eleştirdiğimiz Z Kuşağı’nı yerdiniz.

Size bir kötü, bir de daha kötü haberim var. Kötü haberim şu, o kadar sıradan fikirlere sahipsiniz ve tarihin tekerrürüne düşmüş haldesiniz ki… Zira yazının ilk paragrafındaki gençlerden şikâyet eden ifadeler bana değil, Antik Yunanlı şair Hesiod’a ait.

Tebrikler, bundan 2800 yıl öncesinde söylenen sözlerin neredeyse birebir aynısını kullanarak anlayamadığınız kuşaklar hakkında yargıda bulunuyorsunuz.

Daha kötü haberime gelelim… X ve Y kuşaklarının, yani bu yazıyı okuyan sizlerin büyük çoğunluğunun henüz tam olarak farkına varamadığı bir gerçeklikten bahsedeceğim sizlere: Başarısız oldunuz. O kadar başarısız oldunuz ki, Mustafa Kemal Atatürk’ün “Gençler cumhuriyeti biz kurduk, onu yaşatacak ve yükseltecek olanlar sizlersiniz” sözünün dahi ancak yarısına, yani yaşatma tarafına, ona da kısmen riayet edebildiniz.

Başarısız olduğunuz gün gibi aşikâr olmasına rağmen, size teslim edilen hak ve özgürlüklerden, yaşam şartlarından, demokrasiden çok daha kötü şartları yeni nesle teslim ediyor olmanıza rağmen; üzerine yeni nesli suçluyorsunuz.

Genç işsizliği cumhuriyet tarihinin rekor seviyelerinde seyrederken, hayatta kalmanın dahi maliyeti son derece artmışken, herhangi bir öğrencinin kantinde bir tost ve bir çay için korkunç ücretler ödemesi gerekirken… İşin hazin tarafı, siz efendiler bundan çok daha rahat bir öğrencilik yaşamışken…

Bir de elbette siz, cumhuriyetin hak ve özgürlükler eksenindeki emanetlerini o pek yerdiğiniz Z Kuşağı’na aktarmakta dahi başarısız olmuşken…

Tam olarak hangi hakla, hangi başarıyla, hangi yetkiyle yeni nesli eleştirme cür’etini kendinizde bulabiliyorsunuz?

Ne verdiniz, hangi şartları sağladınız ki onlardan “şartlarınıza uymalarını” bekliyorsunuz?

Unutmayın, tıpkı sizler gibi; onların da içinde iyiler, kötüler, başarılılar ve başarısızlar olacaktır. Kesin olan yegâne durum ise -şimdilik- şu:

Sadece -ama sadece- Z kuşağının kesin bir başarısızlığı yok. Sizler başarısızsınız. Eğer geleceğimiz olan Z Kuşağı’na gerçekten faydalı olmak istiyorsanız, önce kendinizi eleştirmekle başlayın. Neden başarısız olduğunuzu anlamaya çalışın, hatalarınızı tespit edin ve onları kendi hatalarınız hakkında uyarın; sizin hatalarınızdan kaçınmak için neler yapabilecekleri hakkında onlarla konuşun. Bırakın, bari cumhuriyetimizin yeni yüzyılında, onlar gelecek nesillere daha iyi koşullar bırakabilsinler.

Onların geçmişlerini gölgelediğiniz gibi, geleceklerini de gölgeleme çabalarından artık vazgeçin. Başka ihsan istediklerini sanmıyorum.

Onlar adına şimdiden teşekkürler,

Bir Y Kuşağı insanı.

Popüler Kültürün Genel Kültüre Dönüşmesi

Popüler kültür, çağımızın vazgeçilmez bir parçası haline geldi. Televizyon programları, müzik, filmler, video oyunları ve internet popüler kültürün yayılmasında önemli rol oynuyor. Popüler kültürün bu kadar hızlı ve geniş bir şekilde yayılması, bazıları için endişe kaynağı olabilir. Bunun nedeni, popüler kültürün, genel kültürün yerini almaya başlaması ve toplumun değerlerini, tarihsel bilgisini ve derin düşünme kapasitesini sınırlayabilmesidir.

Popüler kültürün hızlı tüketimine odaklandığında, derin düşünme, eleştirel analiz ve derinlikli bilgi edinme yeteneği tehlikede olabilir. Popüler kültür, genellikle eğlence odaklıdır ve yüzeysel bilgiye dayanır. Bu nedenle, popüler kültürün genel kültüre dönüşmesi, bireylerin daha derinlemesine bilgi edinme ve düşünme becerilerini ihmal etmelerine neden olabilir.

Popüler kültür, tarih ve toplumun temel değerlerine dikkat çekme eğilimindedir. Bu, geçmişteki deneyimlerimizden ve kültürel mirasımızdan kopmamıza neden olabilir. Genel kültür, geçmişimizi anlama ve geleceği bu geçmişten öğrenme fırsatı sunar. Popüler kültürün genel kültüre dönüşmesi, bu önemli bağlantıları zayıflatabilir.

Popüler kültür, tüketim kültürünü besler. Reklamlar, ürünleri ve hızlı tüketimi teşvik ederek, insanları daha fazla harcamaya ve maddi değerlere odaklanmaya yönlendirir. Genel kültür ise insanları sadece maddi değil, aynı zamanda manevi ve zihinsel değerlere de odaklanmaya teşvik eder.

Popüler kültür, dünya çapında geniş bir izleyici kitlesine hitap edebilir, ancak bu homojenleşme tehlikesi taşır. Her yerde aynı şarkıları dinleyen, aynı filmleri izleyen ve aynı modayı takip eden bir toplum, çeşitliliği azaltabilir. Genel kültür, farklı kültürleri ve değerleri koruma ve teşvik etme potansiyeline sahiptir.

Sonuç olarak, popüler kültürün genel kültüre dönüşmesini engellemek, derin düşünme becerilerini sürdürmek, tarih ve değerlere bağlı kalmak, tüketim kültürünü dengelemek ve kültürel çeşitliliği korumak için gereklidir. Bu, bireylerin daha bilinçli ve derinlemesine düşünen bir toplum oluşturmasına yardımcı olabilir. Popüler kültürün cazibesine kapılmadan, genel kültürün değerini ve önemini korumalıyız. Bu, daha zengin, anlam dolu ve çeşitli bir toplumun temelini atmamıza yardımcı olacaktır.

Toplumu Çürüten Çaresiz Hastalık: Vasatlık

Televizyonda izlediğiniz programların çoğunun artık size hiç hitap etmediğini fark ediyor musunuz?

Bir gün, belki uzun zaman sonra elinize bir gazete alıp, ismini ilk kez duyduğunuz bir köşe yazarının yazısını okumaya başladığınızda, sanki bir şeyler fena halde eksik gibi mi geliyor?

Alışverişe çıktığınızda satın aldığınız herhangi bir ürünü eve gelip kullandığınız zaman bilincinizin verdiği ilk tepki hayal kırıklığı mı?

Modern müziği dinlediğinizde artık üzerine uğraşılmamış, basit, sıradan içeriklerle dolu bir gürültüye maruz bırakılıyormuşsunuz hissiyatı mı size egemen oluyor?

Örnekleri çoğaltmak elbette mümkün, ama konunun nereye gittiğini sanırım artık anlayabiliyorsunuz. Ortalamaya dönüş finans kafasında çoğu zaman “kaçınılmaz” olarak addediliyor, finansı oluşturan da toplumlar olduğu için toplumlar için ortalamaya dönüşün norm olduğunu iddia edenler bile mevcut. Fakat toplumların ortalamaya, yani vasata dönmesi; sonrasında da bu vasata hapsolarak toplumun tüm üretimlerinin yavaş yavaş kalitesizleşmesi, yani ortalamalaşması toplum birliği ve kimliği açısından ölümcül olabilecek bir hastalık ve siz bu hastalığı görüyorsunuz.

Vasatın el üstünde tutulduğu topraklarda, yeniliğin ya da kalitenin üretimi için herhangi bir çaba sarf edilmez. Vasatlık toplumun umudunu yavaşça öldürür. İnsanların vasata tamah ettiği bilinmeye başlandığında, bildiğimiz anlamdaki düzenin tüm çarkları vasat ürünleri üreterek önümüze sürmeye başlar. Bu durumun en güzel anlamdaki örnekleri kitle tüketimine hitap eden ürünlerde görülür.

Marketlerden aldığınız çikolataların, gofretlerin kalitesi düşer örneğin. Çünkü artık kalite çok küçük bir zümrenin talebi haline gelmiş; kaliteli ürün üretmek rantabl olmaktan çıkmıştır. Aynı zamanda televizyon programları hızla kalitesizleşir. Vasatın hakim olduğu, vasata hitap eden programlar öne çıkmaya başlar. Şiddet, intikam, öfke, bencillik, ihtiras gibi; genellikle duygularını kontrol etmekte zorlanan vasat insanların başvurduğu, aynı vasat zümrenin iştahına yönelik programlar en çok izlenen zamanların yegane hakimi olur. Eskiden az çok yetenek görülen yarışmalar dahi, artık tamamen vasatın tahakkümüne girmiştir; yarışmalar ana konuları yetenekten öte vasat kişilerin arasındaki ahlaksız ilişkiler ve dedikodudan ibaret hale gelir. Yani üretici de, toplumun kalanı gibi “kolay yoldan para kazanmaya” eğilir.

Vasatlığın toplumda yayılmasının en kötü sonucu halkın iyi kalitedeki ürünlere ulaşamaması değil, aynı zamanda halkın geleceğinin de bu vasatlığın kurbanı olacağıdır. Belirli bir noktadan sonra halk içinde risk alma oranları gittikçe düşer, ahlaksızlık ciddi boyutlara gelir ve “herkes dilediğini yapabilir” algısı iyiden iyiye hakim olur. Böylelikle vasatların oluşturacağı çıkar grupları toplum sosyolojisine ciddi darbeler vurmaya başlar, toplum içerisinde kendini geliştirmiş olan bireyler, kaliteli bir yaşamı talep etmeye devam ettikleri için zaman içinde toplumdan umudu keserek diğer ülkelere giderler, ya da toplum için çalışmayı durdurarak kendilerine iyi yaşam olanağı sunacak ihtimallere ağırlık vermeye başlarlar.

Peki, hiç mi ümit yok?

Elbette var. Halka kaliteli ürünleri sunmaya başlayarak, konumlandırmanızı ve pazar segmentasyonunuzu doğru seçerek, markanızı “kaliteli” olarak insanların zihnine kodladığınızda, sadece kendi markanız için değil, toplumun içine düştüğü vasatlık için de bir çare bulmuş oluyorsunuz.

Vasat markalar çok kazanıyormuş gibi görünse dahi, ticarette ve siyasette zamanla vasat markalar yok olurken iyi markalar her zaman yaşadı, yaşıyor, yaşayacak.

Vasatlık tüm toplumu sarsa, başka bir yol mümkün değilmiş gibi görünse bile.

Yaşanabilir Şehirlerden Vazgeçersek Kaybederiz

Şehirler, insanların yaşam kalitesini büyük ölçüde etkileyen ve gelecek nesillere bırakılacak mirasların temelini oluşturan yerlerdir. Gelecek nesiller için sürdürülebilir ve yaşanabilir şehirler oluşturabilmek için şehir planlamasında bir dizi önemli faktöre dikkat etmek gerekir.

  • Sürdürülebilir Ulaşım Ağları: Şehir planlamasında gelecek nesilleri düşünmek, sürdürülebilir ulaşım ağlarını önceliklendirmek anlamına gelir. Bisiklet yolları, yaya yolları, toplu taşıma hatları gibi sürdürülebilir ulaşım seçenekleri, karbon ayak izini azaltmanın yanı sıra şehirlerin trafiğini ve hava kirliliğini azaltmaya yardımcı olur.

Bisiklet yolları bu sürdürülebilir ulaşım ağlarının önemli bir parçasını oluşturur. Bisiklet yolları, çevre dostu bir ulaşım seçeneği sunarken aynı zamanda insanların sağlıklı bir yaşam tarzını teşvik eder. Bu yolların güvenli, ayrılmış ve yaygın bir şekilde inşa edilmesi, gelecek nesillerin şehirlerinde daha sürdürülebilir bir ulaşım sistemine sahip olmalarını sağlar. Ayrıca, bisiklet yolları trafiği azaltarak hava kirliliğini ve gürültüyü azaltır, bu da çocukların ve gençlerin sağlıklı bir çevrede büyümesine katkı sağlar.

  • Yeşil Alanlar ve Parklar: Gelecek nesiller için şehirlerde yeşil alanlara ve parklara büyük önem verilmelidir. Yeşil alanlar hem insanların doğayla daha fazla temas kurmasını sağlar hem de çocukların sağlıklı bir şekilde büyümelerine katkı sağlar.
  • Eğitim ve Kültürel Alanlar: Şehir planlamasında eğitim ve kültürel alanlara yer vermek, gelecek nesillerin eğitimine ve kültürel gelişimine katkıda bulunur. Kütüphaneler, müzeler ve sanat merkezleri gibi yerler, gençlerin ve çocukların kişisel gelişimine katkı sağlar.
  • Sosyal İçerme ve Eşitlik: Şehirlerde sosyal içerme ve eşitliği teşvik etmek, gelecek nesiller için daha adil bir toplum inşa etmenin önemli bir parçasıdır. Bu, düşük gelirli ailelere uygun konut seçenekleri sunmak, dezavantajlı bölgelere daha fazla kaynak aktarmak ve eğitim ve sağlık hizmetlerine eşit erişimi sağlamak anlamına gelir.
  • Afet Hazırlığı: İklim değişikliği ve doğal afetlerin arttığı bir dünyada, gelecek nesiller için şehirlerin afet hazırlıkları büyük önem taşır. Güçlü altyapılar, acil durum planları ve afet risklerine karşı bilinçli bir toplum, gelecekteki olası tehlikelere karşı daha iyi bir hazırlık sağlar.
  • Katılımcı Şehir Yönetimi: Şehir planlamasında gelecek nesilleri düşünmek, katılımcı bir şehir yönetimi anlayışını benimsemekle mümkündür. Yerel halkın görüşlerine, ihtiyaçlarına ve endişelerine duyarlı bir şekilde şehir planlaması yapmak, uzun vadeli sürdürülebilirliği sağlayabilir.

Sonuç olarak, gelecek nesiller için şehir planlaması sadece bugünü değil, aynı zamanda yarını da düşünmeyi gerektirir. Sürdürülebilir ulaşım, yeşil alanlar, eğitim ve kültürel fırsatlar, eşitlik ve afet hazırlığı gibi faktörler, şehirlerimizi daha yaşanabilir ve gelecek nesiller için daha sürdürülebilir hale getirmenin temel taşlarıdır. İşte bu nedenle, bisiklet yolları gibi sürdürülebilir uygulamaları şehir planlamalarında önemli bir yere koymak, gelecekte daha iyi bir dünya bırakmanın vazgeçilmez bir unsurudur.

Vazgeçersek kaybederiz…

Hikayeni Geleceğe Taşı

Nasıl böyle olduğunu gerçekten bilmiyorsun, değil mi? Gel, birlikte hatırlayalım hikayeyi.

Önce bir düne bakalım.

Tarihin akışını yeterince takip ettiysen; Rönesans hareketinin başlangıcından bu yana gelişimimizin yavaşladığını, Sanayi Devrimi’nin başladığı 1750’lerden sonra ise artık geriye hareket ettiğimizi biliyorsun demektir. Kurtuluş Savaşı’na ve Mustafa Kemal Atatürk’ün gelişine, onun gelecek vizyonuna, tüm memleketi ileri seviyeye taşıma çabasına dek.

O günlerde neler oldu, biliyor musun? Önce kendimize, halkımıza güvenimizi yeniden kazandık. Bir hikayemiz oldu, dünya çapında tanınmamızı sağlayan. Yüceldik, hak ettiğimiz yerlere, yeniden. Özgürlüğümüzü ve haklarımızı “büyük” dünya güçlerine karşı, kendi gücümüzle kazandık.

Artık bizim bir markamız vardı. Milletimiz silkinerek üzerimize yapışan “hasta adam” anlatısıyla tanınmaktan kurtulmuş, devletimizi içi çürümüş bir imparatorluk bakiyesi olmaktan ayırarak “yükselen, bilinmeyen bir güç” sınıfına girdirmişti. Halka ait kurumlar ve kuruluşlar öne çıkıyor, genç cumhuriyet kendine ait sosyal sınıflar ve kurumlar inşa ediyordu. Hem kamu eli hem de girişimcilerin yardımıyla karma bir ekonomik politika izleniyor, devlet ve millet yapılarımız mümkün olan en yumuşak ve aynı anda hızlı geçişle moderniteye doğru ilerliyordu.

Bir devlet küllerinden doğmuş, kendine ait güçlü varlıklar oluşturuyor, geleceğine koşuyordu.

Kolları, bacakları kesilmeye, markaları alınmaya, yok edilene, bir toplu iğne dahi üretemeyecek hale gelene dek.

Peki bugüne geldiğimizde?

Bir milletin yarattığı markalar, o milletin geleceğini de inşa ediyor. Modern bilimsel ekonomik modellerin tamamında, oluşturulan güçlü kurumlar yapısal olarak kudretli ve adil kuruluşlara ihtiyaç duyuyor. Nesilleri aşan sağlam markalar ise güven inşa ederek yollarına devam ediyorlar. Globalleşmiş herhangi bir eski markayı tahayyül ettiğinde hepsinin devletlerinden, onları yaratan ve yönlendirmeye devam eden milletlerinden öteye geçmiş olduğunu görebiliyorsun. “Alkolsüz içecek” dendiğinde aklına geliyor mesela bir tanesi. “Sağlam araba”, “fotoğraf paylaşım uygulaması”, “lüks cep telefonu”, “oyun konsolu”, “işletim sistemi”, “elektrikli otomobil” ve daha niceleri…

Ne kadar tuhaf değil mi? Çoğunun kim tarafından, ne zaman hayata geçirildiğini dahi bilmediğin markalar güvenini o kadar kazanmış ki, şimdilerde kimin yönettiğini, denetimleri kimin yaptığını umursamadan bu markaları sana verilen iki, üç kelimeyle tanıyor ve onlara güveniyorsun. Kendi sağlığını, ailenin iyiliğini, hatta sıklıkla hayatını bu markaların isimsiz yaratıcılarına, mühendislerine, pazarlamacılarına emanet ediyorsun.

Neden biliyor musun? Çünkü o markaların ne kadar kıymetli olduğunu, gelecek için ne kadar önem arz ettiklerini ve markaların sahibi ulusların o markaların adına bir zarar gelmemesi için çok sert kurumsal yapılar inşa ettiklerini biliyorsun. Çünkü, sağlam markaları olmayan uluslar bugün bile ancak diğer ulusların pazarı olarak hayatına devam edebiliyor.

Ya yarın?

Yarını kazanacak olan daha yüksekten tanıdığı olanlar, şimdi çok parası olanlar ya da bir şekilde yüksek ekonomik güce sahip olanlar değil; adil ve dürüst bir şekilde markasını yükseltenler olacak. Fırsat eşitliğiyle, hak edenin yükselişiyle ve güçlü markalar yaratacak insanların önünün kesilmesinin bırakılmasıyla vasat markaların halkın dikkatinden uzaklaşması pek zor olmayacak.

Hepsini anlıyorsun, fakat bu güçlü markalar nasıl yaratılabilir?

Sanırım bu soruyla ilgili nereye gitmen gerektiği hakkında bazı güçlü fikirlerin var.

Seçimler Değişiyor: Yapay Zeka ile Veri Analizi

Seçim sonuçlarını ve siyasi talepleri değerlendirme demokratik süreçlerin en önemli parçasıdır. Doğru veri toplama ve analizi bu değerlendirme için olmazsa olmazdır. Veri toplama ve veri analizinin daha doğru yapılabilmesi için yapay zeka ciddi bir katkı sağlamaktadır. Einstein’ın “Zekanın ölçütü bilgi değil, hayal gücüdür.” sözünü güncelleyerek “Yapay zekanın ölçütü bilgidir, yani veri tabanıdır.” denilebilir.

Seçim sonuçlarının incelenmesi gibi büyük verinin analiz edilmesini gerektiren durumlarda yapay zekanın yardımcı olarak kullanılması modern çağın en önemli gereksinimlerinden biri haline gelmiştir.

Başarılı analizler yapabilmek için eski usullerde de olduğu gibi yapay zeka ile yapılan analizlerde de olmazsa olmaz kıstas başarılı bir veri tabanıdır. Başarılı bir veri tabanı oluştururken verilerin güvenilirliği ve bütünlüğü ilk dikkat edilmesi gereken husustur. Ardından toplanan bu veriler yapay zeka değerlendirmesi neticesinde kalite, doğruluk, uygunluk ve güvenilirlik değerlendirmesinden geçirilerek yapay zeka modellerinin doğru ve güvenilir sonuçlar üretmesi sağlanır.

Yapay zeka ile,

  • Veri Kalitesi Değerlendirmesi,
  • Veri Ön İşleme,
  • Veri Etiketleme ve Açıklama,
  • Veri Dağılımı ve Dengesizlik Değerlendirmesi,
  • Veri Güvenliği ve Gizliliği,
  • Performans Değerlendirmesi,
  • Sürekli Veri İzleme ve Güncelleme

İşlemleri yapılabilir.  

Veri değerlendirmesi eksik veya yanlış verilerin kullanılmasını önlerken, yapay zeka modellerinin doğruluğunu artırarak daha iyi sonuçlar elde etmenize yardımcı olur. Bu işlemler neticesinde veriler başarılı ve güvenilir bir hale gelmektedir.

Yapay zeka ile verileri öğrenmek, modellemek ve tahminlerde bulunmak için çeşitli yöntemler vardır. Yapay zeka ile veri analizinde kullanılması en çok tercih edilen ve başarılı olan teknikler aşağıda verilmiştir.

  • Makine Öğrenimi: Makine öğrenimi, verileri kullanarak bir modeli eğitmeyi ve veri setlerine dayalı tahminler yapmayı amaçlar.    
  • Sınıflandırma: Regresyon, kümeleme ve boyut indirgeme gibi farklı türde görevler için kullanılır.
  • Derin Öğrenme: Derin Öğrenme, yapay sinir ağları kullanarak çok katmanlı modeller oluşturmayı amaçlar. Derin öğrenme, büyük veri setleri ve karmaşık görevlerle başa çıkmak için özellikle etkilidir.
  • Doğal Dil İşleme: Doğal Dil İşleme, metin ve dil verilerini analiz etmek ve işlemek için kullanılır. Metin madenciliği, metin sınıflandırma, metin üretimi ve dil modellemesi gibi çeşitli görevlerde Doğal Dil İşleme teknikleri kullanılır.
  • Kümeleme: Kümeleme, verileri benzer özelliklere sahip gruplara bölen bir denetimsiz öğrenme yöntemidir.
  • Boyut Azaltma: Boyut Azaltma, çok fazla boyutu (değişkeni) olan veri setlerini daha az boyuta indirgeyerek verilerin analizini kolaylaştırır.
  • Otomatik Veri Madenciliği: Bu yöntemler, veri analizi sürecini otomatikleştirmek ve veri içindeki önemli ilişkileri, desenleri ve bilgileri keşfetmek için kullanılır. Veri madenciliği algoritmaları, birçok veri madenciliği yazılımı ve araç tarafından sunulur.
  • Tahmin Modelleri: Gelecekteki olayları tahmin etmek için kullanılır. Bu, zaman serileri tahminleri, pazar tahminleri, risk analizi ve talep tahminleri gibi uygulamaları içerir.
  • Güçlü Öğrenme: Güçlü Öğrenme, bir ajanın bir çevre içinde belirli bir görevi optimize etmeyi öğrenmesi amacıyla kullanılır. Bu yöntem genellikle oyun teorisi, robotik ve otomasyon gibi alanlarda kullanılır.

Bu yöntemler, yapay zeka ile veri analizinde temel olarak kullanılan tekniklerdir. İhtiyaca bağlı olarak hangi yöntemin hangi veri analizi sorunu için uygun olduğunu belirlenir. İhtiyacın karmaşıklığına göre birden fazla teknik bir arada kullanılabilir.