mse Ajans

mse Ajans Logo

mse Ajans

Çok Üst Düzey Kalite Yönetimi

kalite

Günümüz dünyasının neredeyse tüm iş alanlarında, Türkçemizde tam karşılığı olmadığından İngilizce “quality” sözcüğünün okunuşundan türettiğimiz “kalite” sözcüğü bir takıntı haline gelmiş durumda. Sadece iş dünyası değil, sivil toplum kuruluşlarında, siyasette, hatta neredeyse sanatta bile dillerimize pelesenk oldu bu “kalite” sözcüğü.

Aslında, “kalite” derken, en azından Türkiye’de, gelişmiş medeniyetlerin üzerinde çalıştığı ve dünyaya sunduğu yöntemleri tam olarak ne yaptığımızı bilmeden kopyaladığımız rahatlıkla söylenebilir. Zira bizlerde çoğunlukla amaç “kaliteli ürün/hizmet çıkarıp bunu müşteriye sunmak” değil; “kaliteli ürün/hizmet yapıyormuş gibi görünmek adına belirli yöntemleri ithal etmek ve o yöntemlere uyuyormuş gibi görünmek” oluyor. Yani, “mış gibi”yiz neredeyse her zaman.

ISO, TQM, Six Sigma, Kaizen… Kalite yönetim sistemlerinin en optimize edilmiş olanlarını kullansanız da, Agile, Waterfall, Lean gibi süreç yönetim sistemlerinin en güncelini kendi şirketinize uyarlasanız da… Yani, hepiniz birbirinizi denetleseniz de; hatta yabancı danışman getirdiğinizde ve gördüğünüz her kuralı harfiyen uygulayacağınıza yeminler etseniz de… Olmuyor, değil mi? Bir yerlerde mutlaka bir sorun çıkıyor, birileri işini yapmamaya başlıyor, birileri idare ediliyor, bazıları umursamıyor, bazı işler umursanmıyor… Sonunda çıkan ürünler de ancak bizim pazarımızda, o da başka alternatifleri olmadığı için tüketilir hale geliyor.

Korkmayın, merak da etmeyin. Türkiye’de bu kötü tecrübeleri yaşayan tek kuruluş sizinkisi değil. Neden biliyor musunuz? Çünkü ülkemizde bizim bildiğimiz anlamdaki “kalite”ye yeterli bir talep yok. Ne üretimde ne ticarette ne de siyasette/toplumsal ilişkilerde bizler için “idare eden” yetiyor. Tuhaf, değil mi? Aslında çok başarılı işler yapmaya gücü yetecek bir toplum iken, vasata teslim oluyor ve kendimizi bununla eğliyoruz.

Buyursunlar, çok kereler duyduğunuz ya da sizin de zikrettiğiniz bazı ifadeler:

“O da ilk defa bu işi yapıyor sonuçta.”

“Hatadır, olur.”

“O hasta, o yüzden biraz dikkatsiz.”

“Çalışmıyor yahu, ne yapayım, sürekli yaptığı işi kontrol etmektense ben yapıyorum onun yerine, en azından onun hatasını düzeltmeye uğraşmıyorum. Böylesi daha kolay.”

“Ne yapalım, kovalım mı hata yapıyor diye?”

“Hayır, bu arkadaşı kazanmalıyız, belki çok hata yapıyor ama sonuçta kaç yıllık çalışanımız, ayıp olur.”

“Tamam, o işini yeterince iyi yapmıyorsa ve sen bunun farkındaysan bir zahmet ona yardım ediver.”

“Bir kereden bir şey olmaz.”

“Biliyorum bu iş onun görevi ama sen yapıver, o biraz şey.”

“Kazanacak aday önemli değil, bu da kazanıyor.”

“Müdür işi tam bilmiyor belki ama patronun yeğeni.”

“Daire başkanı boşa olmamış o adam, gençlik kollarından gelme.”

Yapamıyor, kazanamıyor, bilmiyor…

Gerçekten “kalite” istiyorsanız, ne yaptığınızı tam bilmeden devrim ithal etmeyi bırakın ve hak eden insanları hak ettikleri yerlere getirerek, liyakatli insanları yükselterek, başarılıyı övüp başarısızı gerekirse göndererek, sıkı çalışana hakkını vererek yolunuza devam edin. Siz insanlara kaliteli ürün verdikçe, sizin markanız insanların gözünde belirli bir seviyenin üzerine yerleştikçe insanların size olan talebi artacak, derken siz de “kalite yönetimi”nde bir başarı hikayesini gerçekten yazabilecek duruma geleceksiniz. “Kalite”ye talep olmadığı için üzülmeyi bırakıp, insanlarda “kaliteli”nin talebini yaratın.

O zaman belki “kalite” sözcüğünü karşılayacak ve hatta dünyada yer edecek Türkçe bir deyiş bile bulabilirsiniz.