mse Ajans

mse Ajans Logo

mse Ajans

Toplumu Çürüten Çaresiz Hastalık: Vasatlık

vasatlar

Televizyonda izlediğiniz programların çoğunun artık size hiç hitap etmediğini fark ediyor musunuz?

Bir gün, belki uzun zaman sonra elinize bir gazete alıp, ismini ilk kez duyduğunuz bir köşe yazarının yazısını okumaya başladığınızda, sanki bir şeyler fena halde eksik gibi mi geliyor?

Alışverişe çıktığınızda satın aldığınız herhangi bir ürünü eve gelip kullandığınız zaman bilincinizin verdiği ilk tepki hayal kırıklığı mı?

Modern müziği dinlediğinizde artık üzerine uğraşılmamış, basit, sıradan içeriklerle dolu bir gürültüye maruz bırakılıyormuşsunuz hissiyatı mı size egemen oluyor?

Örnekleri çoğaltmak elbette mümkün, ama konunun nereye gittiğini sanırım artık anlayabiliyorsunuz. Ortalamaya dönüş finans kafasında çoğu zaman “kaçınılmaz” olarak addediliyor, finansı oluşturan da toplumlar olduğu için toplumlar için ortalamaya dönüşün norm olduğunu iddia edenler bile mevcut. Fakat toplumların ortalamaya, yani vasata dönmesi; sonrasında da bu vasata hapsolarak toplumun tüm üretimlerinin yavaş yavaş kalitesizleşmesi, yani ortalamalaşması toplum birliği ve kimliği açısından ölümcül olabilecek bir hastalık ve siz bu hastalığı görüyorsunuz.

Vasatın el üstünde tutulduğu topraklarda, yeniliğin ya da kalitenin üretimi için herhangi bir çaba sarf edilmez. Vasatlık toplumun umudunu yavaşça öldürür. İnsanların vasata tamah ettiği bilinmeye başlandığında, bildiğimiz anlamdaki düzenin tüm çarkları vasat ürünleri üreterek önümüze sürmeye başlar. Bu durumun en güzel anlamdaki örnekleri kitle tüketimine hitap eden ürünlerde görülür.

Marketlerden aldığınız çikolataların, gofretlerin kalitesi düşer örneğin. Çünkü artık kalite çok küçük bir zümrenin talebi haline gelmiş; kaliteli ürün üretmek rantabl olmaktan çıkmıştır. Aynı zamanda televizyon programları hızla kalitesizleşir. Vasatın hakim olduğu, vasata hitap eden programlar öne çıkmaya başlar. Şiddet, intikam, öfke, bencillik, ihtiras gibi; genellikle duygularını kontrol etmekte zorlanan vasat insanların başvurduğu, aynı vasat zümrenin iştahına yönelik programlar en çok izlenen zamanların yegane hakimi olur. Eskiden az çok yetenek görülen yarışmalar dahi, artık tamamen vasatın tahakkümüne girmiştir; yarışmalar ana konuları yetenekten öte vasat kişilerin arasındaki ahlaksız ilişkiler ve dedikodudan ibaret hale gelir. Yani üretici de, toplumun kalanı gibi “kolay yoldan para kazanmaya” eğilir.

Vasatlığın toplumda yayılmasının en kötü sonucu halkın iyi kalitedeki ürünlere ulaşamaması değil, aynı zamanda halkın geleceğinin de bu vasatlığın kurbanı olacağıdır. Belirli bir noktadan sonra halk içinde risk alma oranları gittikçe düşer, ahlaksızlık ciddi boyutlara gelir ve “herkes dilediğini yapabilir” algısı iyiden iyiye hakim olur. Böylelikle vasatların oluşturacağı çıkar grupları toplum sosyolojisine ciddi darbeler vurmaya başlar, toplum içerisinde kendini geliştirmiş olan bireyler, kaliteli bir yaşamı talep etmeye devam ettikleri için zaman içinde toplumdan umudu keserek diğer ülkelere giderler, ya da toplum için çalışmayı durdurarak kendilerine iyi yaşam olanağı sunacak ihtimallere ağırlık vermeye başlarlar.

Peki, hiç mi ümit yok?

Elbette var. Halka kaliteli ürünleri sunmaya başlayarak, konumlandırmanızı ve pazar segmentasyonunuzu doğru seçerek, markanızı “kaliteli” olarak insanların zihnine kodladığınızda, sadece kendi markanız için değil, toplumun içine düştüğü vasatlık için de bir çare bulmuş oluyorsunuz.

Vasat markalar çok kazanıyormuş gibi görünse dahi, ticarette ve siyasette zamanla vasat markalar yok olurken iyi markalar her zaman yaşadı, yaşıyor, yaşayacak.

Vasatlık tüm toplumu sarsa, başka bir yol mümkün değilmiş gibi görünse bile.