mse Ajans

mse Ajans Logo

mse Ajans

Hikayeni Geleceğe Taşı

Nasıl böyle olduğunu gerçekten bilmiyorsun, değil mi? Gel, birlikte hatırlayalım hikayeyi.

Önce bir düne bakalım.

Tarihin akışını yeterince takip ettiysen; Rönesans hareketinin başlangıcından bu yana gelişimimizin yavaşladığını, Sanayi Devrimi’nin başladığı 1750’lerden sonra ise artık geriye hareket ettiğimizi biliyorsun demektir. Kurtuluş Savaşı’na ve Mustafa Kemal Atatürk’ün gelişine, onun gelecek vizyonuna, tüm memleketi ileri seviyeye taşıma çabasına dek.

O günlerde neler oldu, biliyor musun? Önce kendimize, halkımıza güvenimizi yeniden kazandık. Bir hikayemiz oldu, dünya çapında tanınmamızı sağlayan. Yüceldik, hak ettiğimiz yerlere, yeniden. Özgürlüğümüzü ve haklarımızı “büyük” dünya güçlerine karşı, kendi gücümüzle kazandık.

Artık bizim bir markamız vardı. Milletimiz silkinerek üzerimize yapışan “hasta adam” anlatısıyla tanınmaktan kurtulmuş, devletimizi içi çürümüş bir imparatorluk bakiyesi olmaktan ayırarak “yükselen, bilinmeyen bir güç” sınıfına girdirmişti. Halka ait kurumlar ve kuruluşlar öne çıkıyor, genç cumhuriyet kendine ait sosyal sınıflar ve kurumlar inşa ediyordu. Hem kamu eli hem de girişimcilerin yardımıyla karma bir ekonomik politika izleniyor, devlet ve millet yapılarımız mümkün olan en yumuşak ve aynı anda hızlı geçişle moderniteye doğru ilerliyordu.

Bir devlet küllerinden doğmuş, kendine ait güçlü varlıklar oluşturuyor, geleceğine koşuyordu.

Kolları, bacakları kesilmeye, markaları alınmaya, yok edilene, bir toplu iğne dahi üretemeyecek hale gelene dek.

Peki bugüne geldiğimizde?

Bir milletin yarattığı markalar, o milletin geleceğini de inşa ediyor. Modern bilimsel ekonomik modellerin tamamında, oluşturulan güçlü kurumlar yapısal olarak kudretli ve adil kuruluşlara ihtiyaç duyuyor. Nesilleri aşan sağlam markalar ise güven inşa ederek yollarına devam ediyorlar. Globalleşmiş herhangi bir eski markayı tahayyül ettiğinde hepsinin devletlerinden, onları yaratan ve yönlendirmeye devam eden milletlerinden öteye geçmiş olduğunu görebiliyorsun. “Alkolsüz içecek” dendiğinde aklına geliyor mesela bir tanesi. “Sağlam araba”, “fotoğraf paylaşım uygulaması”, “lüks cep telefonu”, “oyun konsolu”, “işletim sistemi”, “elektrikli otomobil” ve daha niceleri…

Ne kadar tuhaf değil mi? Çoğunun kim tarafından, ne zaman hayata geçirildiğini dahi bilmediğin markalar güvenini o kadar kazanmış ki, şimdilerde kimin yönettiğini, denetimleri kimin yaptığını umursamadan bu markaları sana verilen iki, üç kelimeyle tanıyor ve onlara güveniyorsun. Kendi sağlığını, ailenin iyiliğini, hatta sıklıkla hayatını bu markaların isimsiz yaratıcılarına, mühendislerine, pazarlamacılarına emanet ediyorsun.

Neden biliyor musun? Çünkü o markaların ne kadar kıymetli olduğunu, gelecek için ne kadar önem arz ettiklerini ve markaların sahibi ulusların o markaların adına bir zarar gelmemesi için çok sert kurumsal yapılar inşa ettiklerini biliyorsun. Çünkü, sağlam markaları olmayan uluslar bugün bile ancak diğer ulusların pazarı olarak hayatına devam edebiliyor.

Ya yarın?

Yarını kazanacak olan daha yüksekten tanıdığı olanlar, şimdi çok parası olanlar ya da bir şekilde yüksek ekonomik güce sahip olanlar değil; adil ve dürüst bir şekilde markasını yükseltenler olacak. Fırsat eşitliğiyle, hak edenin yükselişiyle ve güçlü markalar yaratacak insanların önünün kesilmesinin bırakılmasıyla vasat markaların halkın dikkatinden uzaklaşması pek zor olmayacak.

Hepsini anlıyorsun, fakat bu güçlü markalar nasıl yaratılabilir?

Sanırım bu soruyla ilgili nereye gitmen gerektiği hakkında bazı güçlü fikirlerin var.